“Kaygı bozukluğu nedir?” sorusuna; bireyin yaşamındaki çeşitli durumlar karşısında aşırı endişe, korku ya da panik hissetmesine neden olan psikiyatrik bir durumdur, şeklinde yanıt verilebilir. Genellikle günlük yaşamı olumsuz etkileyen yoğun ve sürekli bir kaygı hali ile ilişkilendirilir. Bunun yanı sıra anksiyete, panik, sosyal anksiyete ve yaygın anksiyete bozukluğu gibi alt gruplara ayrılır. Söz konusu rahatsızlıklar ise bireyin sosyal ilişkilerinde, iş yaşamında ve yaşam kalitesinde düşüşe yol açar. Kaygı bozukluğu; biyolojik, psikolojik ve çevresel faktörlerin etkileşimi sonucu gelişebilir. Genetik yatkınlık, stresli yaşam olayları ya da kişilik özellikleri de bu duruma zemin hazırlar.
Kaygı bozukluğu belirtileri, kişiden kişiye göre değişiklik gösterir. Ancak çoğu durumda aşırı endişe, huzursuzluk, konsantrasyon güçlüğü, uyku problemleri ve fiziksel belirtiler şeklinde ortaya çıkar. Bununla birlikte belirtiler, kişinin günlük yaşamını zorlaştırır ve sosyal ilişkilerini etkiler. Kaygı bozukluğu tedavi yöntemleri arasında ise psikoterapi ve bilişsel davranışçı terapi, olumsuz düşünce kalıplarını değiştirmeye yönelik bir yaklaşım olarak öne çıkar. Ayrıca bazı durumlarda antidepresan ve anksiyolitik ilaçlar da kullanılabilir. Tedavi yöntemlerinin başarılı olabilmesi için sağlık durumunun iyi bir şekilde değerlendirilmesi ve kişiye özel bir tedavi planı oluşturulması önemlidir.
Kaygı bozuklukları, farklı belirtiler ve etkiler görülen alt gruplara ayrılır. Söz konusu farklılıkların temelinde endişenin kaynağı ve tetikleyici unsurları yer alır. Örneğin; bazı bireyler sosyal ortamlarda büyük zorluklar yaşarken bazıları ise yalnızca belirli fiziksel durumlarla ilgili yoğun kaygılar geliştirebilir. 2013 yılında yayımlanan DSM-V’e göre kaygı bozukluğu türleri aşağıdaki şekilde sınıflandırılır:
Seperasyon bozukluğu, bireyin duygusal olarak bağlı olduğu kişilerden ya da çevresinden ayrılma ihtimali karşısında yoğun endişe ve korku yaşaması ile bağlantılıdır. Çocuklarda sık görülür ve okul fobisi olarak da adlandırılır. Bireyin karın ağrısı, mide bulantısı ve kusma gibi fiziksel belirtiler sergilemesi yaygındır.
Çoğunlukla çocuklarda görülen kaygı bozukluğunda bireyler, belirli sosyal ortamlarda konuşmayı reddederler. Genellikle evde ya da yakın çevresinde konuşmakta sorun yaşamayan çocuklar, okulda ya da yabancı kişilerle karşılaştıklarında tamamen sessiz kalabilirler. Böyle bir durum konuşamama değil, belirli şartlar altında konuşmayı bilinçli olarak reddetme ile ilgilidir.
Belirli nesnelere ya da durumlara karşı aşırı ve mantıksız korku ile tanımlanan endişe bozukluğu, fobi olarak bilinir. Örneğin; hayvanlar, yükseklik, kapalı alanlar gibi yaygın korkuların yanı sıra daha nadir görülen palyaço, peynir fobisi gibi ilginç durumlar da bu kategoriye dahildir.
Sosyal anksiyete bozukluğu; kişinin başkaları tarafından eleştirilme, yargılanma ya da rezil olma korkusuyla sosyal durumlardan kaçınmasıyla bağlantılıdır. Topluluk önünde konuşma, yemek yeme gibi eylemler birey için büyük bir endişe kaynağıdır ve bu durumlardan kaçınmaya çalışır. Fiziksel belirtiler arasında ise kalp çarpıntısı, terleme ve titreme yer alır.
Panik atak; ansızın ortaya çıkan, kısa süreli fakat yoğun endişe ve korku nöbetleridir. Atak sırasında çarpıntı, terleme ve nefes darlığı gibi şiddetli fiziksel belirtiler gözlenir. Böyle bir durum sıklıkla kalp krizi geçirildiği şeklinde yanlış yorumlanır.
Panik bozukluğu, tekrarlayan panik ataklarla ilişkilendirilen bir kaygı durumudur. Birey, sürekli olarak bir başka panik atak geçireceği korkusunu taşır ve bu durum, günlük yaşamını olumsuz yönde etkiler.
Agorafobi, insanların kendini belirli alanlarda güvende hissetmesi ve bu bölgelerin dışındaki yerlerden kaçınmasıyla tanımlanır. Kalabalık mekanlar, alışveriş merkezleri ya da toplu taşıma araçları gibi alanlar panik atak tetikleyici olarak algılanır ve birey bu tür yerlerden uzak durur.
“Yaygın anksiyete bozukluğu nedir?” sorusuna; çeşitli konular üzerinde (iş, sağlık, para vb.) aşırı, uygunsuz ve kontrol edilemeyen bir kaygı yaşanmasıdır, şeklinde yanıt verilebilir. Yaygın anksiyete bozukluğu olan kişiler, sürekli olarak endişe içinde yaşar. Dolayısıyla günlük yaşamdaki işlevsellikleri önemli ölçüde olumsuz etkilenir.
Madde/ilaç kullanımına bağlı anksiyete bozukluğu, bir ilacın ya da uyuşturucu maddenin kullanımına ya da kesilmesine bağlı olarak gelişen anksiyete ile tanımlanır. Madde ya da ilacın endişe üzerindeki doğrudan fizyolojik etkisi tıbbi olarak kanıtlanmıştır.
Bazı tıbbi durumlar da kaygı bozukluklarına neden olabilir. Hipertiroidi, hipotiroidi, B12 eksikliği gibi durumlar, bu tür endişe bozukluklarına örnek teşkil eder.
Bazı insanlarda ortaya çıkan anksiyete belirtileri, belirli bir endişe bozukluğu türünün kriterlerini tam anlamıyla karşılamıyor olabilir. Bu durumda rahatsızlık, belirtilmiş diğer anksiyete bozuklukları kategorisi altında değerlendirilebilir.
Belirtilmemiş anksiyete bozuklukları, söz konusu rahatsızlığın belirtileri olmasına rağmen mevcut verilere dayanarak tam bir sınıflandırmanın yapılamadığı kategoridir. Vakalarda, spesifik bir kaygı bozukluğu tanısı koymak için yeterli bilgi bulunmaz.
Stres ve kaygı bozukluğu belirtileri arasında ilk olarak sürekli endişe hali yer alır. Günlük olaylara ya da olağan yaşam durumlarına karşı sürekli ve abartılı bir kaygı hali söz konusudur. Bunun yanı sıra endişe bozukluğu belirtileri arasında şunlar da yer alır:
● Kaygı yaşayan bireyler, düşüncelerini toparlamakta ve dikkatlerini bir konuya odaklamakta zorlanabilirler.
● Sürekli gergin, sinirli ve yerinde duramayan bir ruh hali görülebilir.
● Boyun, omuz ve sırt kaslarında aşırı kasılma ve gerginlik hissi ortaya çıkar.
● Endişe sırasında kalp atışlarında hızlanma, düzensizlik ya da şiddetli çarpıntı hissedilebilir.
● Uyumakta güçlük çekme, sık uyanma ya da sabahları dinlenmiş hissetmeme gibi uyku sorunları yaygındır.
● Kontrol edilemeyen şekilde terleme atakları yaşanabilir.
● Kaygı bozukluğu; mide bulantısı, ishal ya da hazımsızlık gibi sindirim sistemi sorunlarına yol açar.
● Bireyler, kaygı anlarında hızlı nefes alıp verme ya da nefes darlığı yaşayabilirler.
● Sürekli olarak bir felaketin ya da kötü bir olayın gerçekleşeceği düşüncesi hakim olabilir.
Yukarıdaki unsurlar, anksiyete nedir belirtileri sorularına yanıt olabilir. Ancak kesin bir tanı için söz konusu durumları yaşayan kişilerin uzman görüşü alması önem arz eder.
Kaygı bozukluğunun ortaya çıkmasında genetik faktörlerin rolü önemli bir yere sahiptir. Yapılan araştırmalar, aile üyelerinde endişe bozukluğu bulunan bireylerin bu rahatsızlığa yakalanma riskinin daha yüksek olduğunu gösterir. Böyle bir durum da kaygı bozukluğunun kalıtsal bir bileşeni olduğuna işaret eder.
Genetik yatkınlık, beyindeki kimyasal dengesizlikler ve nörotransmitterlerin işlev bozukluklarıyla da ilişkilendirilebilir. Bu noktada serotonin ve norepinefrin gibi nörotransmitterlerin dengesizliği, kaygı bozukluğunun gelişiminde önemli bir rol oynar. Bunun yanı sıra kaygı bozukluğu, aşağıdaki durumlardan dolayı da ortaya çıkabilir:
Beyindeki nörotransmitterlerin işleyişindeki anormallikler, kaygı bozukluğunun biyolojik temelini oluşturabilir. Serotonin, dopamin ve norepinefrin gibi kimyasalların dengesi hem ruh hali hem de endişe düzeylerini düzenlemede kritik öneme sahiptir. Bu kapsamda serotonin eksikliği, depresyon ve anksiyete ile ilişkilendirilmiştir. Beyindeki kimyasal dengesizlikler, kişilerin olaylara verdiği tepkileri ve stresle baş etme becerilerini olumsuz yönde etkiler.
Bazı kişilik özelliklerinin kaygı bozukluğuna yatkınlığı artırdığı bilinir. Özellikle aşırı mükemmeliyetçi, takıntılı ve kontrol odaklı bireylerde kaygı bozukluğunun gelişme riski daha yüksektir. Bu bireyler, günlük yaşamlarındaki belirsizliklere ve hatalara karşı aşırı duyarlılık gösterirler. Kontrol edemedikleri durumlar karşısında da yoğun stres yaşarlar. Ayrıca içe dönük kişilik yapısına sahip bireylerde de sosyal endişe bozukluğu gibi türlerin görülme olasılığı vardır.
Geçmişte yaşanan travmatik olaylar, kaygı bozukluğunun ana nedenlerinden biri olarak kabul edilir. Fiziksel ya da duygusal şiddet, cinsel istismar, savaş, doğal afetler veya ani kayıplar gibi travmalar kişinin güvenlik duygusunu zedeleyerek sürekli bir tehdit algısına neden olabilir. Aynı zamanda yaşanan olaylar, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) gibi endişe bozukluklarının gelişmesine de yol açar. Travmanın ardından beyin, sürekli tetikte olma durumu geliştirerek kaygı düzeyini yükseltir.
Kaygı bozukluğu, hormonal dengesizliklerle de ilişkilendirilebilir. Bu noktada kortizol gibi stres hormonlarının aşırı salgılanması, vücudun sürekli bir endişe halinde olmasına neden olur. Hormonal dengesizlik, beyin kimyasını etkileyerek kaygı bozukluğunun ortaya çıkmasına zemin hazırlar. Ayrıca tiroid bezinin aşırı ya da yetersiz çalışması gibi hormonal sorunlar da endişe belirtilerine yol açabilir. Hormonal dalgalanmalar, kadınlarda hamilelik, doğum sonrası dönem ve menopoz gibi süreçlerde kaygı bozukluklarını tetikler.
Sosyal ve kültürel faktörler de kaygı bozukluğu üzerinde etkili olabilir. Çağdaş yaşamın getirdiği hızlı tempo, sosyal medya baskısı, başarı odaklı toplum yapısı gibi unsurlar insanların sürekli bir rekabet ve yeterlilik kaygısı içinde olmalarına neden olur. Ayrıca kültürel olarak endişeyi dile getirmek ya da yardım aramak konusunda yaşanan baskılar, bireylerin kaygı bozukluğuyla başa çıkmalarını zorlaştırabilir.
Kaygı bozukluğunun anlaşılmasında belirtilerin süresi ve şiddeti oldukça önemlidir. Her insan bazı zamanlarda endişe yaşayabilir ve bu durum oldukça doğal bir tepkidir. Ancak kaygı bozukluğu olan kişilerde bu hisler, günlük yaşamın normal zorluklarına kıyasla orantısız bir düzeydedir. Endişe durumu haftalar, aylar ya da daha uzun süreler boyunca devam edebilir. Ayrıca kaygı bozukluğu olan kişiler, bu durumu kontrol etmekte zorlanır ve çoğu zaman endişe; sosyal, iş ya da okul yaşamlarını ciddi şekilde etkiler.
Kaygı bozukluğu teşhisi, bir psikolog ya da psikiyatr tarafından kapsamlı bir değerlendirme ile konur. Değerlendirme sürecinde kişinin belirtileri, semptomların süresi, şiddeti ve yaşam kalitesine etkisi dikkate alınır. Teşhis sonrasında anksiyete tedavisi seçenekleri arasında psikoterapi ve bazı durumlarda ilaç destekleri yer alır. Tedaviye erken başlanması, kişinin semptomlarını yönetme ve yaşam kalitesini artırma noktasında önemli bir rol oynar.
“Kaygı bozukluğu nasıl geçer anksiyete?” sorusuna, ilk olarak rahatsızlığın teşhis edilmesi gerekir, şeklinde yanıt verilmesi mümkündür. Tanı süreci, detaylı bir psikiyatrik değerlendirme ve gerekirse fiziksel muayeneler ile gerçekleştirilir. Bazı durumlarda kaygı bozukluğu, altta yatan başka bir ruhsal ya da fiziksel sağlık sorununun belirtisi olabilir. Bu nedenle tedavi planı oluşturulmadan önce endişenin nedenlerinin net bir şekilde anlaşılması gerekir.
“Anksiyete nasıl geçer?” sorusuna; bazı ilaçlar, söz konusu rahatsızlığın tedavisinde kullanılabilir, şekline cevap verilebilir. Bu noktada kaygı bozukluklarının tedavisinde yaygın olarak kullanılan ilaçlar arasında antidepresanlar ve anksiyolitikler yer alır. Antidepresanlar, serotonin ve noradrenalin düzeylerini etkileyerek beyindeki kimyasal dengenin yeniden sağlanmasına yardımcı olur.
Seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI'lar) ve serotonin-noradrenalin geri alım inhibitörleri (SNRI'lar) en sık reçete edilen antidepresanlar arasındadır. Anksiyolitikler ise genellikle kısa süreli tedavilerde tercih edilen, endişe düzeyini hızlı bir şekilde azaltan ilaçlardır. Ancak ilaçlar, bağımlılık riski taşıyabileceği için dikkatle kullanılmalıdır.
İlaç tedavisinin etkinliği, bireysel farklılıklara göre değişebilir ve tedaviye yanıt almak birkaç hafta sürebilir. Ayrıca ilaç kullanımına bağlı yan etkilerin görülmesi de mümkündür. Bu nedenle tedavi sürecinde ilaçların dozajı ve kullanımı, uzman hekim tarafından yakından izlenmelidir.
“Kaygı bozukluğu nasıl geçer?” sorusuna; psikoterapi, rahatsızlığın tedavisinde tercih edilen etkili bir diğer önemli yaklaşımdır, şeklinde yanıt vermek mümkündür. Bilişsel davranışçı terapi (BDT), kaygı bozukluklarında en sık kullanılan psikoterapi yöntemlerinden biridir.
BDT yöntemi, bireyin olumsuz düşünce kalıplarını tanımasına ve nasıl endişe oluşturduğunu anlamasına yardımcı olur. Ayrıca BDT, kaygı yaratan durumlarla başa çıkma becerilerini geliştirmeyi hedefler. Bu süreçte uygulanan teknik ve yöntemler değişiklik gösterse de temel olarak duygusal tepkilerin kontrol altına alınması sağlanır.
Maruz bırakma terapisi de kaygı bozukluğu tedavisinde etkili olan bir başka psikoterapi türüdür. Söz konusu yöntem, bireyin korktuğu ve kaçındığı durumlarla güvenli bir ortamda yüzleşmesini sağlar. Zamanla danışanın bu durumlardan duyduğu endişe azalır ve kaçınma davranışları ortadan kalkar.
Kaygı bozukluğu tedavisinde ilaç ve psikoterapi dışında yaşam tarzı değişiklikleri de önemli bir rol oynar. Düzenli egzersiz yapmak, sağlıklı-dengeli beslenmek, yeterli uyku almak, alkol ve kafein gibi kaygıyı tetikleyebilecek maddelerden uzak durmak endişe semptomlarını azaltmaya yardımcı olur. Ayrıca gevşeme teknikleri, meditasyon ve yoga gibi stres yönetimi yöntemleri de endişe düzeyini düşürebilir.
Sosyal destek sistemlerinin güçlendirilmesi de kaygı bozukluğu olan bireyler için önemli bir yardımcı faktördür. Aile, arkadaşlar ya da destek grupları, bireyin kendisini yalnız hissetmesini engelleyebilir ve tedavi sürecini kolaylaştırabilir.
Tüm süreçlerde danışanın tedavilere uyumu büyük bir önem arz eder. Tedaviye düzenli devam etmek, ilaçların ve terapilerin etkisini gözlemlemek açısından kritiktir. Bu kapsamda ilaç tedavisinde hekim kontrolü altında düzenli takip gerekir. İlaçların tam etkisinin ortaya çıkması zaman alabilir ve bu süreçte sabırlı olmak gerekir. Psikoterapi açısından da bireyin terapistle olan ilişkisi, tedavi sürecinin başarısında önemli bir rol oynar.
Kaygı bozukluğu, insanların günlük yaşamlarını olumsuz etkileyen önemli bir psikolojik sorundur. Genellikle yoğun endişe, sürekli gerginlik ve huzursuzluk hissi gibi belirtilerle kendini gösterir. İstanbul anksiyete tedavi merkezlerinde, danışanların yaşanan sorunlarla başa çıkabilmeleri için çeşitli tedavi yöntemleri uygulanır.
Bu konuda Uzm. Dr. Muzaffer Öztosun, danışanlarını zihinsel, duygusal ve fiziksel değerlendirme ile beraber dil ve nabız muayenesi yaparak ve etkilenen organ veya organları belirledikten sonra tamamen kişiye özel farklı Akupunktur yöntemleri kullanarak tedavilerine yardımcı olmaktadır. Dr. Öztosun, hastalarının hem zihinsel hem de bedensel sağlıklarını iyileştirmeyi hedefleyen bütüncül bir yaklaşım sergiler.
Uzm.Dr. Muzaffer Öztosun kliniğinde akupunktur gibi tamamlayıcı tıp yöntemleri ön plana çıkar. Akupunktur, kaygı bozukluğunun fiziksel, duygusal ve zihinsel belirtilerini gidermede etkili olan bir tedavi yöntemidir. Vücutta enerji dengesini yeniden sağlamak ve stresin yarattığı gerginliği azaltmak amacıyla uygulanan teknik, ilaçsız bir tedavi seçeneği arayanlar için önemli bir alternatif sunar.
Dr. Muzaffer Öztosun, her hastanın ihtiyaçlarına ve yaşadığı problemlere göre kişiselleştirilmiş bir tedavi planı oluşturmayı hedefler. Tedavi hakkında daha fazla bilgi almak ve randevu talep etmek için klinikle iletişim kurabilirsniz.
ŞİMDİ ARA!
+90 542 474 44 48ŞİMDİ SOR!
+90 542 474 44 48